Evrim

Evrimsel Süreç

Tartışma konusu Evrim! Yok mu? Tabi ki var!
Hemen açıklayalım!

Öncelikle evrimden önce evreni azıcık incelemek gerek. Burada önemli olan resmin küçük bir noktasına takılıp kalmamak. “Canlılık nasıl meydana geldi?” sorusundan evvel “Canlılık neden var?”, “Nereye gidiyor?” süreçlerini inceleyip aynı doğrultuda geriye giderek, canlılığın nasıl olduğu sorusuna ve ne olacağı sorusuna cevap arayabiliriz.

Evren!
Öncelikle acayip büyük olduğu konusunda herkesin hem fikir olduğunu düşünüyorum. Dünya kumsalda kum tanesi gibi bir şey. Yani sonsuzda 1 (1/sonsuz)(Burası önemli bu noktaya tekrar geleceğiz.)
Herkesin evrenin yaratılışı konusunda bildiği bir konu var! Big-bang yani büyük patlama konusu. Evren sıkışır ve patlar… etraf toz bulutu kan revan… toz bulutlarından gezegenler, güneşti dünyaydı derken galaksiler oluşur!
Hayır aslı böyle değil tabiki! En azından başlangıcı.
Öncelikle konuya şuradan yaklaşalım. Her güneşin bir ömrü vardır. Bu ömür milyar yıllar ile ölçülür. Ömürlerinin sonuna geldiklerinde ise patlarlar. Etrafındaki herşeyi de yanlarında götürürler. Bizim de başımıza gelecek olan şeylerden biridir bu. Ama daha çok vaktimiz var gibi duruyor. Neyse bizim güneşimiz küçük bir güneştir. Bizim güneşimizden bir kaç bin kat büyük güneşler de vardır, ki bize göre çok büyük olsalar da tüm evren için çok da büyük bir ölçek sayılmaz. Bu güneşler ölürken öyle bir patlarlar ki evrende herşeyi, ışığı bile içine çeken bir şey oluştururlar. Buna, ışık içinden geri gelemediği için kara delik diyoruz. Tam açıklanamayan bir yapıdır. Üzerine teoriler üretilir. Fakat patlamanın sonucu oluştuğu bir gerçektir.

Şimdi soru şu: tüm evrene göre çok küçük kalan fakat bizim büyük dediğimiz güneşler bile patladığında oluşan karadelik, eğer big-bang olmuş olsaydı en büyük kara deliği oluşturmaz mıydı? Etrafındaki herşeyi, patlamadan sonra içine çekmez miydi?

O zaman evren nasıl oluştu?
Öncelikle karadelikleri anlamaya çalışalım. Karadelikler hep özkütlesi çok fazla cisimler olarak anlatılmakta. Yani bir çay kaşığına dünyamızın sıkıştırılarak sığdırıldığını düşünün. Ve bu maddeden bir ay boyutunda olduğunu düşünün. Bu şey öyle bir çekim kuvveti yaratır ki bütün, güneş sistemini rahatlıkla içine doğru çekebilir.

Peki ya karadelikler, çok sıkıştırılmış maddeler değil de başka bir şeyseler?
Öncelikle kütle çekimin ne olduğu konusunda da azıcık bilgi verelim.
Kütle nedir?
Niye ve nasıl çeker?
Uzayı boş olarak düşünen insan oğlu en büyük yanılgı içerisindedir. Uzayın kendisi bir maddedir. Ama bizim etrafımızdaki gördüğümüz atomlardan oluşan bir madde değil. Boşluk olarak düşündüğünüz herşey bu madde ile doludur. Bir atomun elektronu ile çekirdeği arasında da bu madde vardır. Fakat uzay pasif bir dolgu maddesi de değildir. Burayı betimlemek azıcık zor gibi. Fakat basitçe şöyle düşünülebilir. Gerilmiş bir çarşaf düşünün. Üzerine bowling topu koyulduğunu düşünün. Ortaya doğru bir çökme meydana gelir. Çarşafa bir golf topu fırlattığınızda golf topu bowling topunun etrafında dönerek ona doğru yaklaşır. Sürtünme olmayan bir ortam olsaydı, golf topu aynı gezegenler gibi bowling topunun etrafında dönüp duracaktı. Aynı şey evren için de geçerlidir. Cisimler üzerinde bulundukları evreni aynı bowling topunun çarşafı büktüğü gibi bükerler. Kütle, bir cismin evreni bükme miktarıdır.
Güneş, güneş sistemimizin kütlesel olarak %98 i kadardır. Yani güneş sistemimizde uzayı en çok o büker. Biz de bu yüzden onun etrafında döneriz. Her madde uzayı bükmektedir. Dünya da uzayı büker. Ay da bize göre küçük olduğundan bizim etrafımızda bu yüzden döner. Bu bir eğme bükme savaşıdır.

Alternatif olarak benim savunduğum teori ise şudur:
3 boyutlu olan evrenimizi 4. boyuttan ayıran bir dolgudur uzay. 3boyutlu hayal etmek zor olduğundan 2boyutlu düşünelim.
Uzay, bir yüzey gibi olsun.
O zaman sadece ilerigeri ve sağsol hareti yapılabilir.
Örneğin bir kağıdın üzeri 2 boyutludur.
Evrendeki herşeyi, bu kağıdın üzerinde 2 boyutlu çizgilermiş gibi düşünelim.
Sonra bu kağıdı, bizim görüp ölçemediğimiz belli bir kalınlığı olan jöleden yapılmış bir yapı olarak düşünelim.

Tüm evren bu jölenin yüzeyinde bulunur. Ve tüm herşey kendince bu jölede çöküntüler meydana getirir. Hatta düz gittiğini düşündüğümüz ışık da bu bükülmüş uzayda aslında çöküntüleri takip ederek yoluna devam eder.Cisimler ne kadar bu jöleyi bükerse kütleleri o kadar fazla demektir.
Cisimlerin bu jöleyi bükme isteği bir alt boyuta(4.boyuta) geçme isteğidir. Bu istek ise, tüm bu evren ve diğer evrenlerdeki değişmeyen tek kural olan “daha kararlı duruma geçme isteği”ndendir. Bu noktaya tekrar geleceğiz.
Çok yakından bakıldığında çarşafın kalınlığı, yani jöle, bize göre çok kalındır. Evreni oluşturan jöle ne kadar bize göre kalın olsa da evrene göre çok da kalın değildir. Çünkü büyük güneşlerin patlaması ile evren dayanamaz ve yırtılır. Ve evren bir alt boyuta akmaya başlar. Bu yüzden evren üzerinde yol alan ışık da bu yolu takip eder ve içeri akar. Bunu tıpası çekilmiş olan bir küvete benzetebiliriz. Suyun yüzeyinde oluşacak girdaba yakın ne varsa içeri çekilecektir. Yani, jöle üzerinde bir yırtık oluşur ve üzerindekiler bir alt boyuta bir girdap boyunca akmaya başlar. Fakat bu girdaplar yavaş da olsa zamanla kapanacaktır. Evren boşaldıkça rahatlayacak ve delik giderek küçülecektir. Buna da bilim adamları karadeliğin buharlaşması demektedirler. Fakat onlar bu şekilde tarif etmemektedirler.

Şu an konudan ne kadar uzaklaştığımızı düşünüyorsan yanılıyorsun.
Olay buradan sonra başlıyor.
Evren nasıl oluştu sorusuna cevap ise buradaki durumun aynısıdır. Bir üst evrende oluşan delik ile bu evrene aktığımız düşünülebilir. En azından bu evrende büyük-patlama olmamıştır. Belki büyük-savrulma veya büyük-dağılma olabilir. Daha az kararlı bir evrenden daha kararlı olan bu evrene aktığımız söylenebilir.
Fakat bu deliklerden geçmek öyle tünelden geçmeye benzemez. Daha çok kıyma makinasından geçmeye benzer. Evrenler arasından geçmeye atom bile dayanamaz. Tüm madde ham haline yani saf enerjiye dönüşecektir.
Bu evrene veya bir alt evrene saf enerji akmaktadır.

Nerelere geldi konu değil mi?
Sakin! Bu kadar dallanıp budaklanmadan sonra işler yavaş yavaş çözülüyor.
Elimizdekiler yavaş yavaş birleşiyor.

Peki ilk anda olduğumuz enerji nasıl bu hale geldi?
Her evrenin bir kararlılık seviyesi vardır. Bu evrene akmış olmamızın sebebi kütle çekim ile aynı sebeptendir.
“Daha kararlı hale geçme isteği”(işte geldik)!
Evrenin oluşumunda da bu kural geçerlidir.
Önce saf olan enerji daha kararlı hale geçebilmek için birleşerek atom altı parçacıkları, onlar da birleşerek proton nötron elektronları oluşturmuştur. Bu olayı birbirini çeken çok küçük mıknatıslara benzetebilirsiniz.
Bütün bu olay daha kararlı bir yapıya geçmek içindir.

Doğadaki bütün maddelerin atomları bu üçünün(proton, nötron, elektron) bir araya farklı sayılarda birleşmeleri ile meydana gelmiştir. Aslında etrafımızdaki tüm maddeleri oluşturan şeyler özünde tıpatıp aynıdır. Örneğin bakır ile nikel arasında sadece 1 proton 1 nötron vardır. Yani aslında sudan altın yapmak fiziksel olarak mümküdür. Fakat bunu yapmak için gereken enerji çok fazladır. Fakat etrafımızdaki her madde(buna biz de dahiliz) temelde aynıdır.
Canlı ve cansız; sıvı,katı ve gaz tamamı! Her şey!
Tamamı!
Ne kadar garip değil mi!

Gelelim resmin geneline.
Oluşan atomlar da aynı şekilde “daha kararlı hale geçme isteği” içindedirler.
Bu sayede elementler ve bileşikler oluşmaktadır.
Elementler ve bileşikler de bir araya gelip daha kararlı yapılar oluşturma isteğindedirler.
Ve karmaşık yapılardan biri protein oluşur.Öyle bir hal alır ki bu bileşik etraftan kendisindeki malzemeri birleşmesine yardımcı olur ve kendisinin aynısında bir tane daha yapar.(Bir nevi kimyadaki katalizörler gibi. Tepkimeye girer, tepkimeyi hızlandırır/kolaylaştırır/başlatır, oluşturduğu bileşiğin yanında tekpimeden etkilenmeden aynı şekilde çıkar.)
İşte canlılığın tanımı tam olarak da budur. Etraftaki temel malzemerin aynılarından bulup kendisinden bir tane daha yapma olayına canlılık denir.Fakat bunun olma olasılığısonsuzda 1(1/sonsuz)(Döndük nereye bağladık! Sabır!)

Şimdi buraya kadar iyi uydurdun diyenler elbet vardır.
Fakat evren için bir kural uyduruyorsanız bu kuralın evrenin heryerinde geçerli olması gereklidir.
Evrende tek formül vardır! Herşey onun eseridir.
O zaman, canlı denilen kavramın da aynı kurala sadık kalması ve “daha kararlı hale geçme isteği” olması gerekmektedir.
Öyledir de.
Şimdilik tek hücreli canlı üzerinden düşünelim. Bu tek hücleri canlının amacı, besin(kendisini oluşturan yapıtaşları) bulmak ve kendisinden bir tane daha yapmaktır. Ve bunu en az enerji harcayarak max seviyede yapmak ister. Ortamda yeterli besin varsa hiç fazladan enerji harcayarak evrimleşmez. Örneğin bakteriler.
Fakat ne zaman işler alıştığı gibi gitmez ise o zaman mecburen fazladan enerji harcamak zorunda kalacak ve amacını yani çoğalmayı gerçekleştirmeye çalışacaktır. Fakat daha kolay besin bulunabilen bir ortama denk geldiğinde o ortama uyum sağlamaya meğil edecektir. Sırf daha kararlı (az enerji çok aksiyon) bir yapıda olabilmek için.

Su içinde tek başına, besine istediği kadar kolay ulaşamayan bir hücre diğer hücreler ile birleşerek kendisine göre çok büyük koloniler yaratabilir ve etraftaki besini daha kolay şekilde yakalayabilir. Örneğin süngerler.Daha sonra, daha kararlı hal olan, iş bölümü yapmış ve bulunduğu ortamı değiştirebilen bir hal alırlar. Besin alma, sindirim, dağıtım ve boşaltım gibi işlevler benimserler. Bir nevi fabrikasyon ortamı oluşur.
Daha sonra bulundukları ortamı değiştirilebilecek organelleri oluşur. Örneğin deniz anaları. Artık besin’i bulundukları ortama beklemez onu arayışa çıkar veya takip edebilirler.
Ve sürekli her zor ortamda değişir ve daha komplike hal alırlar. Bu komplikasyon “daha kararlı hale geçmek” içindir.

Bu süreç aslında kendini tekrar eder durur. Sudan karaya geçiş de bu sürecin bir döngüsüdür ve bu adım dinazorların oluşumuna katkı sağlamıştır.
Dünyanın egemeni olmuşlardır. Küçük beyinleri dünyada yaşamak ve avlanmak için çok yeterlidir. Herşeyden bolca bulunmaktadır. Fakat işler istenildiği gibi gitmemiş ve büyük afetler sonucu dünya üzerinde egemenliklerini yitirmiş ve zamanla yeni koşullara alışamayıp yok olmuşlardır.
Onların ölümünden sonra da dünya memelilere kalmıştır. Memelilerin bu afetlere dayanabilmesinin nedeni küçük yaratıklar olmalarıdır. Saklanması ve korunması daha kolay olmuştur.
Zamanla memeliler de gelişip dünyadaki en büyük sinir hücre topluluğuna sahip olmuşlardır. Çünkü tüm kötü durumlardan, daha akıllı olanlar sağ çıkmışlardır.
Bunların, beyni en büyük olanı ise insan dedeğimiz varlık olmuştur(Buradaki büyüklük sinir hücre ve bağlantı sayısıyla alakalıdır). İnsanı diğerlerinden ayıran özellik ise sadece ve sadece var olmayanı düşünebilme özelliğidir. Bu da onu, sadece etrafındakilerle yetinen bir canlıdan, etrafını ihtiyaçlarına göre değiştiren ve şekillendiren bir canlı haline getirmiştir.

Tabi “bu değişimler öyle bir anda nasıl oluyor ki şimdi?” diyenleri duyuyorum. Bu değişimler amerikadaki özgürlük heykelini, bir sütunu iğne ile kazıyarak oluşturmaya benzer. Herşey o kadar yavaş olur ki insan oğlunun kısacık ömrü bunu farketmeye yetmez. Ama tüm hayvanların ortak özellikleri sıralandığında bu akış apaçık görülmektedir.

Günümüzde bile bu evrimi farketmeden yaşıyoruz. Kimse bana şu anda hala evrilmediğimizi söylemesin.
Ne demiştik “evrendeki herşey birleşerek daha kompleks hale geçmeye meyillidir”. İnsanoğlu da ilk başta koloniler halinde yaşarken(bir zamanlar ilkel hücre toplulukları gibi), şimdi ülke denilen zahiri canlı altında iş bölümü yaparak yaşar.

Ülkeler!
Evet!
Aynı canlı bir varlık gibi davranırlar. Canlı bir çok parçadan oluşmuşlardır. Aynı insan vücudu gibidir. İnsanlar birer hücre, insanın kendisi ise ülke gibidir. Her bir grup hücre topluluğu kendi görevini icra eder ve metabolizmanın sağlıklı çalışmasını sağlar.
Temel varlık sebebi tüm hücrelerini daha kolay beslemektir. Küçük bir grup hücre topluluğuna göre insan, nasıl çok daha avantajlı ise ülkeler de aynı avantajdan dolayı vardırlar. Daha kolay doğal kaynaklara ulaşıp bu kaynakları her bireye ihtiyaç doğrultusunda ulaştırır. Hatta ömürlerini uzatmak için başka ülkelerin kaynaklarını almaya yönelirler. Bir ülkenin askeri gücü, kavgada feda edilen beden hücrelerine benzetilebilir. Daha bir çok özellik örnek olarak gösterilebilir. Antikolar->doktorlar, karaciğer->fabrika işçileri, böbrek->arıtma tesisleri, beyin->devlet, yollar->damarlar, kan->trafik, vs vs… Bizi meydana getiren hücrelerin birleşim nedeni ne ise bizim ülkeleri kurma nedenimiz de odur.

Peki nereye doğru gidiyor?
Öncelikle evrimdeki en gelişmiş yapı olan beynin yapısı incelenmelidir. Şu anda biyolojik evrim, en uç nokta olarak, sinir hücresi seviyesindedir. Bu yüzden bu yapının evrim süreci bize gelecekte ne olacağını anlatacaktır.

Sinir hücrelerinin evrimi.
Evrimdeki en büyük ilerleme elektriksel uyarıları ileten sinir hücrelerinin oluşumuyla çıkmıştır. Sinir hücreleri, zamanla canlı vücudunda daha çok yer kaplar hale gelmiştir. Temel yapısı “etrafı algılama” üzerine kuruludur. Canlı etrafını algıladığında kolay korunabilmekte ve tehlikeden uzaklaşabilmektedir ya da besince zengin yere doğru gidebilmektedir. Örneğin kara sinekler. Kara sinekler her zaman ışığa doğru giderler. Bu durum, ışıkta daha çok besin olduğunu evrim sonucu öğrenmiş olan beyinlerinde kodlanmıştır. Sinirsel yapı evrim sonucunda gelişip sadece etrafını anlamakla kalmamış ve etrafını değiştirerek doğadan daha kolay faydalanmayı da öğrenmiştir. Özelleşmiş her sinir topluğuna biz “duyu” veya “duyu organı” diyiyoruz.
Bu duyular insanoğlunda (bir çok memelide olduğu gibi) beş duyu oraganı ile sınırlanmıştır.
Evrim sürecinde İlk önce dokunma, sonra ışık algılama, tat, koku ve en sonunda işitme duyusu ortaya çıkmıştır. Fakat bu duyuların gelişiminde oluşan iletiler çoğaldıkça bunları yorumlayan merkezi yapının daha da gelişmesi gerekmiştir. Merkezi sistem dediğimiz tabi ki beyin.
Beyin dokusunu oluşturan sinir hücreleri ile vücudumuzda bulunan diğer sinir hücrelerinin temel yapısı ve çalışma şekli tamamen aynıdır. Yani beyini beyin yapan sinir hücrelerinin sayıları ve doğuştan ya da sonradan birbirleri ile kurdukları bağlardır. Hatta bizim “iç güdü” dediğimiz şey ise, sinir hücrelerinin dna’da, evrim sonucu kalıtsallaşmış, doğuştan gelen sinirsel bağlantı modeli sonucu oluşan beyin tepkileridir. Yani sonradan öğrenilen bilgilerin kalıcı kaydı nasıl beyinde gerçekleşiyor ise aynı kayıtlar dna aracılığı ile doğduğumuzda beynimize kodlanmaktadırlar. Çalışma şekli ise bilgisayarların 1-0 çalışma modeli ile tıpatıp aynıdır.

Peki budurumda?
Bu durumda şu anlama gelmektedir. Biz, evrimin şu anlık son ürünüyüz fakat geleceği de hesaba katarsak ara ürün olduğumuz kesindir.

Peki bizden sonra ki canlılar nasıl olacaklardır?
İnsanoğlu mükemmel bir yapı değildir. Birincil amacı her canlı gibi yaşamsal fonksiyonlarını idame ettirebilmektir. Bunun için beyin, düşünsel aktivitesini en çok buna yorar. Bunlar yemek yemek, kendini korumak, bu doğrultuda para kazanmak vs…
Beyin vücuttaki en çok enerji harcayan organdır. Bu yüzden en çok tasarruf yapması gereken organ da beyindir. Bu yüzden yapabildiği yaratıcı düşünce ve etrafını değiştirme ve öğrenme çabası, varoluşuna tezat olduğundan olabildiğince bu aktivitelere engel olmaya çalışır. Eğer zor şartlarda değilseniz sizi o şartları değiştirmeye zorlamaz. Örneğin yeni taşındığınız bi yerde hergün eve dönerken aynı yolu kullanırsanız, hiç geçmediğiniz yolları beyniniz keşfetmeye çalışmaz. Genelde sonuç odaklı çalışır. Eğer durum istediğiniz gibi gerçekleşiyorsa detayları önemsemez. Bu şekilde enerji tasarrufu yapar. En az enerji ile en çok fayda dengesi ile çalışır.
Bu çalışma sistemi gelişmeye ve değişmeye direnç gösterdiği için iyi bir model değildir.
İdeal beyin yorulmadan sürekli düşünerek kendini büyütebilendir. Hiç yorulmadan enerji sorununu düşünmeden çalışabilecek ve sürekli öğrenerek öğrendiklerini yorumlayabilecek bir sistem ideal ve bilge bir sistem olacaktır. Bu da insan beyininin düşünme modelinin bilgisayar mimarisine aktarılması ile gerçekleşecektir. Bizim beyin aktivitemiz kopyalanabilir bir yapıdadır. Beyin aynı bilgisayarlarda olduğu gibi 1 ve 0 üzerine çalışır. Yani aynı yapı kopyalanıp sonsuza kadar çalışabilen bir yapıya dönüştürülebilir.
Yapay canlı olarak adlandırılacak olan bu canlılar, etraftaki malzemelerin aynısından toplayarak kendilerinden inşa edecektir. Doğduklarında hazır bilgi ile yükleneceklerinden aslında kaldıkları yerden devam edecekler. Bu sayede sonsuz yaşama ve inanılmaz bilgi birikimine sahip olacaklar. Aslında biz de doğa tarafından doğduğumuzda hazır bilgi ile yüklenmekteyiz. Daha önce bahsettiğimiz gibi iç güdüler doğuştan yüklenen verilerdir. Beyin dna’daki koda göre bağlantıları kurar ve ilk işlevler bu bağlantılar aracılığıyla yapılır.

Peki biz ne olacağız?
Aslında burada olaylar bir filmi andırmaya başlayacak. Matrix. Ama bu film değil. Gerçek. O yüzden saçma kurguları çıkarıp gerçekçi kısımlarına bakacağız.
Evrimsel süreçte, hatta evrensel süreçte gördüğümüz üzere herşeyin birleşerek daha komplike hal aldığını görmekteyiz. Bizim de sonumuz bu olacaktır. Tek bir sisteme bağlanıp herkesin, herkesi ve her şeyi anladığı bir yapıya geçeceğiz. Başkalarının hissettiklerini hissedeceğiz. Tek vücut olacağız. İleride tek bir sisteme bağlanıp, istediğimiz kişinin gözünden görüp hissettiklerini izin verilen ölçülerde göreceğiz.
Şu anda herkesin ellerinde sürekli cep telefonları ile dolaşma, SOSYAL BİR AĞA BAĞLI KALMA isteği bu yüzdendir. Evrimsel süreç hep devam eder. Şu anda da bu şekilde değişimini sürdürmekte. Biz de bunu yadırgamadan kabullenmekteyiz.

Peki bu neyi değiştirecek?
Gelir düzeyini, açlığı, kavgayı, öfkeyi, bencilliği,sevgiyi….. herşeyi….. Herşeyi daha ulvi bir düzeye çıkaracak. Tüm insanları insan yapacak.
Bizi insan yapan şey bedenimiz değildir. Beynimizdir. Asıl insan, aç gözlü değildir, öfkeli değildir, sadece şuan için yaşamaz, kusurlara takılmaz…
Bizim bu zaaflarımız bireysel olarak yaşamamızdan kaynaklıdır. Ne kadar sevdiğiniz insanlar acı çekerken siz de kötü hissetseniz de aslında o acıyı gerçekte çekmezsiniz.
Bu yüzden aslını bilemezsiniz. Bilir gibi yapar en uygun davranışı sergilersiniz.
Konuşmadan anlaşamadığımız gibi konuşarak da anlaşamamımızın nedeni de aynıdır. Algılayamamak.
İleride bizi herkes anlayacak. Biz de herkesi anlayacağız. Evrilecek tek beden olacağız. Bize 3.cins varlıklar (yarı canlılar) bakacak, kollayacak, doyuracak…
Tek beden olup istediğimiz hayatı yaşayacağız. Ama hayvan gibi güdülerle değil insan gibi düşüncelerle yaşayacağız.

Yuempek

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.